Ne kadar mutlu olduğumuzun sahip olduklarımızdan ve hayatımızın şartlarından ziyade, etrafımıza kattığımız güzelliklerle ilgisi olduğunu düşünüyorum. İsteklerimizi elde etmek de önemli tabi ki, ama bunlar genelde süreli bir mutluluk sağlıyorlar. Sürekli mutluluk içinse hayata yaptığımız katkı daha önemli.
Karşımızdaki apartmanda bir güvenlik görevlisi çalışıyor. Ne zaman görsem gülümsüyor, sabahları sokaktaki yaprakları süpürüyor. Karşılaştığımızda selamlaşıyor, birbirimize hatırımızı soruyoruz. Sabahları Duru servise binerken ona yardımcı oluyor, yağmur yağıyorsa kulübesine çağırıyor. Ne zaman çocuklar için kek yapsam, ona da gönderiyorum. Onun olduğu günler içim daha rahat gönderiyorum Duru’yu. Belki kendisi farkında bile değil ama benim hayatıma kesinlikle bir katkısı var.
İzinli olduğu günler daha genç başka bir güvenlik görevlisi geliyor. Onu hiç tanımıyorum. Bazen yoldan geçerken selamlaşmak için bakıyorum ama o bana hiç bakmıyor. Gülümsediğini de pek görmedim. Hele yaprakları süpürdüğüne hiç denk gelmedim. Kendince haklı gerekçeleri vardır elbette…
Hayatı iki şekilde yaşamak mümkün; her gün bir mucizeymiş gibi gülümseyip ‘ben hayata ne katabilirim’ diye düşünerek. Ya da her gün bir eziyetmiş gibi somurtup ‘önce hayat bana bir şeyler versin’ diye bekleyerek.
İnanın hayata yaptığımız katkının kocaman şeyler olmasına da gerek yok. Bir gülümseme, küçük bir yardım, başkaları için iyilik dilemek bile yeterli. Küçücük şeyler kocaman farklar yaratır çoğu zaman.
Ve bu, şartlarından ziyade hayatın içinde nasıl bir varoluş halinde olmayı seçmenizle alakalı. Siz hangisini seçiyorsunuz?
Her gün bir mucizeymiş gibi şükretmeyi mi, her gün bir eziyetmiş gibi şikayet etmeyi mi?
Neyi seçtiğinize dikkat edin, seçtiğiniz her şey gümüş tepside önünüze sunuluyor çünkü…:)