En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Bir konuyla ilgili kararınızın doğru olup olmadığını, o yola girmeden bilemezsiniz çünkü kararınızın doğruluğunu yol boyunca attığınız adımların arkasındaki enerjiniz belirleyecek. Yani bir deneyimin başındayken doğru karar vermek diye bir şey yok.
Evet, biliyorum bu şartlar altında başlık biraz alakasız kaçtı. Hatta gazete yazılarındaki, dikkat çekmesi için atılan ama içerikle pek uymayan başlıklara benzedi. Özellikle yaptığımı söyleyebilirim, çünkü bundan birkaç yıl önce böyle bir başlık görsem hemen dikkatimi çekerdi. Benim için neyin doğru neyin yanlış olduğunda, aldığım kararın doğru olup olmadığındaydı bütün dikkatim.
Bu işi yapmak benim için doğru olur mu? Şu konu ile ilgili bu kararı almak iyi olacak mı? Acaba hangisi benim için doğru karar? Onu mu seçeyim, bunu mu? Hatta arabada giderken radyo kanallarından birinde sevdiğim bir parça çalsa bile, diğerlerini de kontrol ederdim ki, daha iyisinin (yani benim için daha doğrusunun) olmadığından emin olayım. Mert’in bir aralar en çok sorduğu soru şuydu: “Sen benimle nasıl evlendin, yaa…?”
Bir konu ile ilgili doğru karar verme telaşındaysanız, bilin ki aslında yanlış yapmaktan kaçıyorsunuz. Yanlış yapmamaya çalışarak, doğru kararı vermeniz olası değil. Çünkü odağınız hep yanlış yapmamakta olacak ve odağınız neredeyse, yaratımınız da orada.
Abraham-Hicks’in karar vermeyle ilgili şu sözüne bayılmıştım: “Önce karar verin, sonra kararı doğru hale getirin”. İlk duyduğumda ‘mümkün mü acaba?’ diye düşünmüştüm, ne de olsa çocukken çözdüğümüz bulmacalarda hep tek bir yol tavşanı havuca götürüyordu. Ya havuca giden doğru yolu bulacaktık, ya da aç kalacaktı tavşancık. Neyse ki, hayat böyle bir şey değil.
Bir yol ağzında, önünüzdeki 2-3 alternatiften hangisini seçeceğinize karar veremiyorsunuz, bilin ki aslında yolla ilgili değil kararsızlığınız varmaktan korktuğunuz yer ile ilgili. Yani odağınız negatifte, bu bakış açısını değiştirmeden hangi yola girerseniz girin, çuvallayacaksınız. Önce odağınızı pozitife çevirmelisiniz, ondan sonra bütün yollar sizi istediğiniz yere çıkaracak.
Diyelim ki, yollardan birisini seçtiniz fakat adımlarınızı atarken farkettiniz ki, tahmin ettiğiniz kadar keyif vermiyor size. Bu kesinlikle yanlış karar aldığınız için değil, enerjinizin o anki durumu ile ilgili. O durumda yine önünüzde seçenek var, ya yolunuzu değiştireceksiniz ya da yolunuzda kalacak ve bakış açınızı değiştireceksiniz. Adımlarınızı keyif alacak şekilde ayarlayacaksınız. Bir seçenek diğerinden daha değerli değil, çünkü hayatınızdan keyif aldığınız sürece her ikisi de aynı yere çıkacak.
Şöyle bir örnek verebilirim size. Çok bayıldığınız yeni bir semte taşındınız, fakat işinize uzak kaldığı için yolda geçirdiğiniz saatler uzadı. İlk başta eskisinden daha fazla araba kullanmanın sizi rahatsız etmeyeceğini düşünmüştünüz ama şimdi aynı fikirde değilsiniz. İşte tam bu noktada yeni bir seçeneğiniz var. İşinize yakın eski semtinize geri taşınabilir ve kısa sürede işe gitmenin ne kadar harika olduğuna odaklanabilirsiniz. Ya da yeni semtinizde oturmaya devam eder ve yolda olduğunuz süreyi işinize yarayacak şekilde değerlendirmenin bir yolunu bulabilirsiniz. Her ikisinde de sonuç aynı olacaktır, daha keyifli bir hayat.
Bir kararın sizin için ‘doğru’ olmasını sağlayan tek şey, o konu ile ilgili attığınız her adımdan sonra “İyi ki, bu adımı attım” demek, yani isteğiniz henüz gerçekleşmeden de yaşadığınız deneyimlerin kendinizi iyi hissettiren şeyler olması, keyifli olması. İşte, bu noktada sezgilerden de bahsetmek istiyorum.
Hani hep denir ya, sezgilerinize kulak verin, içinizden gelen sesi dinleyin, kendinize akışa bırakın, sizin için en doğrusunu kendi iç sesiniz söyler diye. Kesinlikle çok doğru. Fakat şurada ince bir ayrımın altını çizmek istiyorum.
‘İsteğinizin gerçekleşmesi için tek bir yol var, o yola girmezseniz isteğiniz gerçekleşmez ve sezgileriniz de o yolun hangisi olduğunu söyler’ demek kesinlikle DEĞİL. İç sesimiz bize hep bir adım sonrasını söyler. Bize bir yol haritası verip, şu yola doğru gir ve sonra şunların hepsini yap kesinlikle DEMEZ. Kendimden bir örnek verirsem belki daha netleşir.
Daha önce kendi hikayemde bahsetmiş olduğum gibi bir isteğim vardı: Hayatın kolay akması ve isteklerim için mücadele etmemek.
Önüme bir kitap geldi, okudum ve içimden bir ses Aykut’la (Aykut Oğut) seans yapmamı söyledi. Sadece bu kadar, kısacık bir öneri, öncesi sonrası yok. Sonra içinde olduğum sektörü bırakırsam daha iyi olacağını hissettim. Yine sadece bu kadar. Ne iş yaparım, ne olur, ne biter, yok. Bir süre sonra içimdeki ses “Yaşam koçluğu yap, insanların hayatlarına dokunmak çok güzel” dedi, hem de benim gibi birine. Bu iş nasıl öğrenilir, nasıl yapılır hiçbir fikrim yok. Sonrasında söyle bir ses duydum “Bir websiten olsa hoş olur, daha çok kişiyle iletişimde olabilirsin”, arkasından “Haftada bir yazı eklesen, bir kişinin bile işine yarasa ne güzel olur”
Bakın, kesinlikle en başından bütün adımları bilmiyorum. Sezgilerim bana “Bak senin böyle bir isteğin var, bunun için yaşam koçluğu yap, onun da adımları bu, şu yola girmen lazım” gibi bir şey SÖYLEMEDİ. İsteğinize doğru rahatça gitmek için yapabileceğiniz en iyi şey, bir sonraki minik adımınızdan keyif almak. Sezgileriniz de size, o an durduğunuz yere göre en çok keyif alacağınız adımı haber veriyor.
Ben bazı adımlarımı bambaşka seçebilirdim ama yine de gideceğim yer aynı olacaktı, çünkü sezgilerim beni o an olduğum yere göre yönlendirmeye başlayacaktı.
Çok sık verilen navigasyon örneğini ben de vermek istiyorum. Gideceğiniz yeri aracınızın navigasyon cihazına girdiniz, bir kavşağa geldiğiniz, cihazdan sağa sap talimatı geldi. Siz sola saptınız. O noktada, bu kayboldunuz anlamına gelmiyor. Cihaz olduğunuz yere göre yeni koordinatları belirliyor, size yeni yönünüzü söylüyor ve yine aynı yere gitmenizi sağlıyor. Yani yanlış yapma ihtimaliniz YOK.
Doğru karar, yanlış karar diye bir şey yok. Attığınız her minik adımda bakış açınız ‘Ben nasıl daha keyifli hissederim?’ olursa, kendiniz adına “en doğru” kararı vermiş olacaksınız. Her yol Roma’ya çıkıyor ne de olsa…