Yaşam koçu olma yolculuğum her anından çok şey öğrendiğim, keyifli ve maceralı bir yolculuk oldu.
1974 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluğum 4 kişilik bir çekirdek aile ve kalabalık aile büyükleriyle geçti. Benim zamanımda ilkokuldan sonra özel okula gitmek için sınavlar vardı. Ben de hem bu sınavlara hem de üniversite sınavlarına girdim. Avusturya Lisesi’nde ve Marmara Üniversitesi Almanca İşletme Fakültesi’nde okudum. İyi bir eğitim aldım denebilir. Hayatım rutin bir süreçte aktı.
Üniversiteden mezun olduktan sonra evlendim ve bir Alman şirketinde çalışmaya başladım. Aslında evliliğin son derece kısıtlayıcı olduğu ve evlenmeyi pek düşünmediğim ile ilgili söylemlerim vardı fakat arkadaşlarımın arasında ilk evlenen ben oldum. Allahtan evliliğim süresince son derece özgür bir hayatım oldu da, şu an harika giden bir evliliğim var diyebiliyorum. İki tane de kızım var, ikisi de birbirinden muhteşem.
Mezun olduktan sonra bir Alman şirketinde çalışmaya başladım demiştim ya, orada yaklaşık 7 yıl kadar kaldım. Orada çalışırken de hep kendi işimi kurmaktan bahsederdim, bir yerde maaşlı çalışmaktansa kendi işimi kurmak istiyordum. Ne olduğunu bilmiyor ve bu yüzden de işten ayrılmaya cesaret edemiyordum. Ama artık en azından şirket değiştireyim dediğim ve iş görüşmeleri yaptığım bir dönemde işten çıkarıldım. Sağolsun evren görevini yapmış ve siparişimi benim inancımın izin verdiği doğrultuda bana getirmişti. O zamanlar bu hediyenin kıymetini bilemediğimi ve üzüldüğümü hatırlıyorum. Hatta ailemde de “Çok sevindim, artık başka şeyler yapma zamanın gelmişti” diyen yegane kişi babam olmuştu. Her zaman öngörülüydü zaten.
Bu sayede kendi işimin olması maceram başladı.
Kardeşim de 1-2 ay önce bir şirket kurmuş ve tekstil sektöründe faaliyet göstermeye başlamıştı. Onunla beraber çalışmaya başladık. 3-4 kişi başladığımız iş, 17 kişilik bir kadroyla çalışan orta büyüklükte bir işyeri halini aldı zamanla. Tabii “Hayat zor, başarılı olmak için çok çalışmak lazım. Sıkıntı olmadan bu işler yürümez” gibi inançlarımız olduğu için deli gibi çalışıyorduk. Sabah erkenden işe gidiyor, akşam geç vakitlere kadar çalışıyor, iş dışında da devamlı telefonla işi takip etmeye çalışıyordum. Hatta tatildeyken bile kardeşimi arar “Bir problem var mı?” diye sorardım. Ben problem var mı diye sordukça bilin bakalım ne olurdu? Mutlaka ufak da olsa bir problem çıkardı tabi ki. Bir süre sonra ekibimiz ve işin akışı rayına girince biz de rahatladık. Artık isteğim gerçekleşmiş ve maaş almak yerine maaş ödeyen birisi olmuştum. Evet, isteğimin gerçekleşmiş olması çok keyifli bir durumdu ama yine de iş denince aklıma keyiften çok problem çözme ve sıkıntı çekme durumu geliyordu. Çalışmak böyle bir şeydir diye düşündüğüm için bu durumu kabullenmiştim ve üzerinde de durmuyordum, TAAA Kİ…..
2008 sonbaharında hayata bakış açımı 180 derece çeviren bir değişiklik oldu.
Babam, arkadaşım, akıl hocam, eğlence ve keyif ortağım, arkamdaki dağ; buralardaki zamanının dolduğuna karar vermiş olacak ki gitmeye karar verdi. Gidişi de tam kendi istediği gibi oldu. Hiç hastalanmadan, sapasağlam, ayaktayken, yeni traş olmuş ve mis gibi parfümler içinde. Bu kadar sıfat yüklediğim birisinin hayatımdan ayrılması hiç kolay olmadı benim için tahmin edersiniz ki. Sanki hayatımda binbir zorlukla birer birer ördüğüm tuğlalar yıkılmıştı ve hepsini yeniden inşa etmem gerekiyordu. Ama artık bu kadar zorluğa tahammülüm yoktu, uğraşıp didinmekten ve ancak o şekilde bir şeyleri elde etmekten yorulmuştum.
01 Ocak 2009 sabahı eşim Mert önüme bir defter koydu ve yeni yıl dileklerimi yazmamı istedi. O güne kadar ‘yazdıklarım olacak mı ki sanki’ diye düşünen benim bunlarla dalga geçmeye mecalim yoktu ve isteklerimi bütün içtenliğimle sıraladım. Şimdi geriye dönüp okuduğumda görüyorum ki; isteklerimin neredeyse hepsi gerçekleşmiş. Ama en önemli isteğim kelimesi kelimesine şuydu:
“Hayatın artık daha kolay akması ve isteklerim için mücadele etmek zorunda kalmamak”
Bundan çok kısa bir süre sonra kitapçıda kitapları incelerken çok ilgimi çeken bir kişisel gelişim kitabıyla karşılaştım. Psikoloji ve kişisel gelişim konuları oldum olası ilgimi çekmişti zaten. Gençlik dönemlerimden beri bir takım seanslar almış ve çalışmalara katılmıştım. Hatta 1999 yılında NLP’nin Türkiye’de daha yeni duyulmaya başladığı dönemlerde NLP ile ilgili çalışmalar yapmıştım. Yaptığım her çalışma hayatıma bir şey katmış ama köklü bir değişiklik yaratmamıştı. O zamanlar bu kadar istekli değilmişim anlaşılan.
Artık bu sefer değişime hazırdım.
Derken birkaç ay sonra şirkette işler aksileşmeye başladı ve son umut koçluk seansı almaya karar verdim. Seanslara şirketin durumunu düzeltme niyetiyle başlayan ben aslında artık bu şekilde ve bu sektörde çalışmak istemediğimi fark ettim.
Bu arada söylemeyi atladım ama ikinci kızıma hamileydim o dönem. Zaten doğum sebebiyle bir süre çalışmaya ara vermek zorundaydım. Ben de bu dönemi ne istediğimi bulmak için değerlendirmeye karar verdim. Çok kolay bir karar olmadı benim için. Ne de olsa mezun olduğumdan beri çalışıyordum ve artık çalışmıyor olmak zoruma gidiyordu. Bu arada devamlı kişisel gelişim kitapları okuyor ve bundan da çok keyif alıyordum. Evde hatırı sayılır bir kütüphanem oluştu. Biz söz vardır, bilirsiniz; “Sevdiğin işi yaparsan bir gün bile çalışmış olmazsın”. Eh, benim de istediğim şey buydu ama nasıl…
Yaşam koçu olmak istediğime göre kendi üzerimde çalışarak başlamalıydım işe. Ne de olsa insan önce öğrendiklerini kendi hayatında uygulayabilmeli ve kendi hayatını daha güzel bir alana taşıyabilmeli ki, bu deneyimleri karşı tarafa inanarak aktarabilsin. Yaşam Koçu, Nefes Terapisi ve Human Design eğitimlerine katıldım, bireysel koçluk seansları aldım, seminerlere katıldım ve bunların hepsini büyük bir keyifle yaptım. Şu an olduğum kişi olmamı sağlayan tüm öğretmenlerime teşekkür ederim.
Bu öğrenme ve dönüşüm süreci hiç bitmeyen bir yolculuk zaten. Her zaman öğrenecek yeni şeyler var, insan bulunduğu noktada mutlaka yeni istekler hissediyor ve onlara varmak için kendi içinde bir yolculuğa çıkıyor.
Ben kendi adıma bu çıktığım yolculuktan dolayı çok mutluyum. Kendimi eski halim ile karşılaştırdığımda hayatımda yaşadığım değişiklikler beni bile şaşırtıyor.
- Yolunda giden evliliğim çok doyurucu ve muhteşem bir ilişkiye dönüştü. Mert’le birlikte olduğum her an bana daha çok keyif veriyor.
- Çok rahat ve kolay büyüyen 2 tane harika kızım var. Ben onlara yaşam fenerlerim diyorum. Sanki birçok şeyi onlardan öğreniyorum.
- Ailemin diğer üyeleri ile ilişkilerim çok daha rahat ve keyifli bir hal aldı. Onların varlıklarına her gün şükrediyorum.
- Artık severek ve çok keyif alarak yaptığım bir işim var. Çalışmak bana sıkıntı değil sadece mutluluk veriyor.
- Sabahları benim afyonum en az bir saat patlamaz diyen ve o süre boyunca suratsız suratsız dolaşan ben, artık sabahları gülümseyerek uyanıyorum ve bunun sonucunda harika geçiyor günüm.
Bütün bunlar nasıl oldu diye düşünüyorum bazen.
Sadece hayata bakış açımı değiştirdim. Lise yıllığımda çok sevdiğim arkadaşlarımdan birisinin benimle ilgili benzetmesi şuydu: “Dengenin sembolü, mantığın dile gelmiş bedeni ve hatta doğrucu Davut”. Bardağın boş tarafına bakan, hayatın zor yanlarına odaklanarak gerçekçi olmayı marifet sayan, Pollyanna olmayı hayalcilik olarak nitelendiren ben değişebildiysem, siz neden değişemeyesiniz?