Bu hafta yine Gezi Parkı Eylemleri sırasında dikkatimi çeken bir konu hakkında yazmak istiyorum.
Şu an eylemler Türkiye geneline yayılmış durumda, hatta sınırlarımızı bile aşıp tüm dünyanın dikkatini çekti. Bu hareketin başını da gençler çekiyor, Türk gençliği. Onlar kendilerini “bireysel”, “özgürlükçü”, “çevreci” olarak tanımlıyorlar. Benim dikkatimi çekense, kendilerini “bireysel” olarak tanımlamaları.
Bu eylemlerden önce hem benim yaş grubumdaki insanların hem de daha önceki kuşağın gençliğin çok bireysel olduğu ve sadece kendilerini düşündükleri ile ilgili endişelerini duyuyordum genelde. Bizim yaş grubumuz kendimizden ziyade başkalarını düşünmenin daha doğru olduğu söylemleriyle büyüdük ve ‘ben’ olmaktan ziyade ‘biz’ olmanın daha doğru olduğuna inandık. ‘Ben’ olmanın önemini ise ancak zaman içinde farkettik.
Burada ‘ben’ olmaktan kastım, bencilce bir tavır değil. O olsa olsa içimizdeki bir eksikliği doldurma ihtiyacı olur. ‘Ben’ olmak demek; kendi isteklerimizin farkında olmak, kendi sınırlarımızı rahatça çizebilmek, kendimizi olduğumuz halimizle sevip kabul etmek demek.
Bizler hayatımızda yaşadığımız her deneyimde aslında ne istediğimizi netleştiriyoruz. Burada Prof. Tuncay Saydam’dan bir alıntı yapmak istiyorum: “Yaşamın bu anı dediğimiz şeyin içinde, bizim geçmişimiz olduğu gibi, bütün insanlığın geçmişi de vardır. Ama aynı zamanda o anın içinde, geleceğin belirtileri ve bütün beklentileri de vardır. Su damlası gibi her şeyi içerir o an”
Ve çocuklarımız da, tüm insanlığın tecrübelerini ve isteklerini içinde barındırarak geldiler bu dünyaya. Bizler onlara bir şeyler öğretmeye çalışıyoruz ya devamlı; aslında gerçek öğretmen onlar çünkü evrensel işleyişe en uyumlu donanıma sahipler. Her yeni kuşak bir öncekinin daha rafine hali, onlar hepimizin güncellenmiş yeni versiyonları.
Dolayısıyla ‘ben’ olmayı hepimizden iyi biliyorlar. Kendi isteklerini önemsiyorlar, gerektiği noktada hayır diyebiliyor, kendilerini oldukları gibi kabul ediyorlar. En önemlisi de kendi hayatlarıyla ilgili her tür kararı kendileri almak istiyorlar.
Geçenlerde küçük kızım Ada ile aramızda şöyle bir diyalog geçti:
“Susamlı çubuk yer misin, Ada?”
“Üzgünüm, şu anda onu yemeyi tercih etmiyorum”
“?????”
Daha 3,5 yaşında ama kendi tercihleri var ve buna saygı duyulmasını istiyor. İşte, işin güzelliği de tam bu noktada başlıyor. Kendi tercihlerine saygı duyulmasını isteyen bireyler otomatikman farklı tercihlere de saygı duymayı biliyor. Ta ki, kendi bireysel özgürlüklerine müdahale hissedene kadar.
Bu eylemlerin bu kadar etkili şekilde hız kazanmasının bir sebebi daha var bence, ortada bir lider yok. Çünkü ihtiyaçları yok, kimse sadece bir çatı altında toplanmak istemiyor. Genç nesil, kendi hayatlarına kendileri liderlik yapıyor ve o an için en uygun öneriyi kim getirirse ona göre hareket ediyorlar. Tek bir kaynaktan değil, evrensel akıldan faydalanıyorlar. Boşuna demedik, evrensel işleyişe en uyumlu donanıma onlar sahip diye.
Ve ‘ben’ olmayı bilince, ‘biz’ olmanın aslında ne kadar kolay ve doğal bir şekilde kendiliğinden gerçekleştiğini bize gösteriyorlar.
Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ile Türkiye Cumhuriyet’ini gençlere emanet etmesi sebepsiz değil.
Ben kendi adıma onlardan çok şey öğrendim. Hepimize ilham oldukları ve bir dönüşümü başlattıkları için onlara teşekkür ediyorum.
Ey Türk Gençliği, iyi ki varsınız ve gerçekten harikasınız…